Kanını Satan Adam
"Chronicle of a Blood Merchant"
许三观卖血记 ( Xǔ Sānguān Mài Xuě Jì)
1995
Jaguar Kitap’ın başarılı kapak tasarımı sayesinde her görende merak uyandıran “Kanını Satan Adam” nedense edebî değeri ile o kadar geniş bir yankı bulamadı. Aynı yazarın en çok bilinen kitabı “Yaşamak” bu kitabına nazaran Türk okurları arasında daha popüler hâlde. Jaguar Kitap, kapak tasarımı ve çeviride kitabın orijinal dili olan Çincenin tercih edilmesi nedeniyle tebrik edilmeli. Türkiye’de çeviri işi hâlâ ciddi bir sorun olarak karşımızda dururken hep takılı kaldığımız Orta Avrupa’dan ufuklarımızı daha başka diyarlara çekmeye çalışan Jaguar en azından bir çaba içinde. Kanını Satan Adam, kulaktan dolma tanıdığımız Çin hayatını gerçekten tanımak için muazzam bir fırsat. Açıkçası- belki benim cahilliğimden- hiçbir ayrıntılı bilgiye vakıf değildim Çin hakkında, Yu Hua alaycı- gerçekçi diliyle Çin kırsal yaşamının en karmaşık, dalgalı otuz kırk yıllık serüvenini bir solukta anlatıyor okuyucusuna. Sanki oturmuş bir bayram akşamında, büyük aile üyelerinden hep anlatılagelmiş hikâyelerden birini dinliyoruz.
Protagonistimiz
Xu Sanguan, babasının ölümü üzerine başka bir adamla evlenip oğlunu bırakan
annesinin ardından köye dedesinin ve amcasının yanına döner. Köyde, geçimini
topraktan sağlayan insanlar için kazandıkları para hayatlarını idame ettirmek
için yetersizdir. Yu Hua en ufak anlatıcı yorumu katmadan kırsal alandaki Çin
köylüsünün sefil hâlini gösterir. Köy halkı zamanla şehre gidip para karşılığı
kan satmayı bu fakirlik nedeniyle bir gelenek, sağlık göstergesi biçimine
sokmuştur. Xu Sanguan da bu kervana katılır hâliyle. Şehre gittiğinde bu âdetin
kınanması şehir ve kırsal alan arasındaki farkın altının çizilmesi olarak
belirir. “…biz köylüler, siz şehirlilerden daha alışığız mecalimizi
harcamaya.” der köylüler, bu farkı iyice vurgulamak için. İki kâse yani yaklaşık 400 ml kan satarak 35
yuan kazanılabilmektedir, kan köylü halk için kuyu suyu gibidir. Sağlıklıysan
nasıl olsa damarların yeniden kanla dolacaktır. Tüm hikâye Xu Sanguan’ın daha
iyi bir hayata malik olabilmek, zorlukların içinden çıkabilmek, hatta
tabulardan sıyrılabilmek için kan sattığı noktalar üzerinde kurgulanmış.
Kitabın orijinal isminden de anlaşılacağı gibi kanını satan Xu Sanguan’ın
öyküsüdür bu. Hayatta kalabilmek için kanını satmak zorunda olan Xu Sanguan.
Küçük Çin insanının çalkantılı dönemlerde hayatta kalabilmek adına kanını
satması onun varlığından parça parça feragat etmesiyle eş değerdir. Kan, tüm
toplumlarda bizi hayatta tutan, “mecalimizi” bahşeden kutsal bir sıvıdır- ki Xu
Yulan kan satan kocasına “…kanını satmak atalarını satmaktır.” diye
karşı çıkar. Fakat yaşananlar onu bile bu ticaretten medet umar hâle getirir.
Kan, emek, hayat ve yaşama tutunuşu simgeler.
Yu
Hua beş yıllık diş hekimliğinden sonra âdeta çocukluğundaki imajların onu
dürtmesiyle yazmaya başlamış olmalı. Beslendiği kaynak tartışmasız onun da
şahit olduğu Çin’in absürt tarihi ve bu tarihi yaşayan insanları. Zaten yazar
çocukluğunu Xu Sanguan’ın ömrünün geçtiği gibi ufak bir yerleşim yerinde
geçirmiş. Yu Hua avangart, büyülü gerçeklik gibi akımlara dahil ediliyor ama
yakından baktığınızda o hayatın akıl almazlığını aktarıyor o kadar. Otuz yıl
içinde özellikle Kültür Devrimi gibi bir tiyatronun içinden geçmiş insanlar
elbette absürt ve avangart olur. Hayat ve insan hep avangarttır, absürttür. Yu
Hua da farkındadır bunun, “A calm, orderly society
cannot produce such great works.” “Sakin ve düzenli bir toplum böylesine
müthiş işlerin üretilmesine izin veremez.” Tüm bu absürtlüğü de usta bir
alaycı- gerçekçilikle sunuyor Yu Hua. Daha ilk sayfalarda dede torunun
sohbetinin tasviri neyle karşı karşıya olduğumuzu açıklar nitelikte. Yu Hua
1990’larda Çin’de başlayan Alaycı-gerçekçilik akımının temsilcilerinden biri
olarak harika bir örnek çıkartıyor ortaya.
![]() |
1966-1976 yılları arasında Mao yönetiminde yaşanan Kültür Devrimi sırasında adaletin yok oluşu, şiddetin böylesine normalleştirilmesi başlı başına akıl almaz. |
Kitabın
kalbi kesinlikle şu cümle: İnsan olmak vicdan ister. Xu Sanguan asla
ideal bir insan değil, başlarda evlenmeye bir ticaret anlaşması gibi bakan,
toplumun aile ve evlilik bağı üzerindeki baskısına karşı pasif kalan biri ama
kesinlikle vicdan sahibi bir kimse. Dokuz yıl sonra kendi oğlu olmadığı açığa
çıkan Xu Yile’yi öz oğullarından daha samimice bağrına basıyor Xu Sanguan.
Kültür Devrimi sırasında sırf tiyatrolarında bir oyuncu eksik diye Xu Yulan’a
orospu damgası vuran rejim karşısında sıcak bir sevgiyle eşini sarmalıyor. Olağanüstü
dertler karşısında tüm şehir halkı hasımlıklarını bir yana itip Xu ailesine
destek oluyor. Kanını Satan Adam, müthiş bir arka fon sesi gibi Çinin alt
kesimlerdeki halkının sel, kıtlık, Kültür Devrimi ile nasıl başa çıktığını
mırıldanırken insan vicdanının derinliklerini yokluyor.
Yu
Hua’da Yanusari Kabawata ve Franz Kafka’nın izleri rahatlıkla
sürülebilir. Yakın Doğu’nun yakın tarihine şöyle bir uzanıp insanın ve hayatın
absürtlüğüne dair alaycı bir muhasebe yapıyor Kanını Satan Adam. Bir
kızarmış domuz ciğeri ve iki kâse sarı pirinç likörü, lütfen! Biz de her
gün kanımızı satmıyor muyuz hayata.
![]() |
Kızartılmış Domuz Ciğeri, geleneksel bir Çin yemeği, yüksek besin değerleri nedeniyle kan sattıktan sonra tercih ediliyor. Muhtemelen üst sınıftan insanların daha rahat ulaşabildiği bir yemek de olmalı. Kitapta sık sık kelime, ifade ve olay tekrarlarına yer veriliyor. Bu durum Çin’in folklorik anlatılarından beslenilerek kurgulanmış olmalı. Tarif için |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder